Skip to content

Sudüşen Şelalesi (28 Temmuz 2002)

Bu sabah Gölcük karşısındaki Akçagaz rafinerisinde yangın çıkmış ve patlamalar olmuştu. Sabah aldığım telefon üzerine acilen Gölcük’e gitmem ve gemiyi emercensi kalkışa hazırlamam gerekiyordu. Öğleden sonra kalkışa gerek olmadığına kanaat getirdikten sonra eve döndüm. Serkan çoktan yeni bir macera için hazır vaziyette beni bekliyordu. Zaman kısaydı, fakat uzun yaz günlerine güvenle bir şeyler yapma ümidi ile Yalova’ya doğru yola koyulduk.
Bugün araba ile Sudüşen şelalesine gidip suya gireceğiz. Yalova evden 23 kilometre, Yalova’yı geçtikten sonra Termal yolunu takip ettik. Termal’e vardığımızda, soldaki Jandarma binasının önündeki yoldan sola, Üvezköy yoluna saptık. Üvezköy’ün içinden geçtikten 7 km sonra Sudüşen şelalesinin üst yoluna vardık. Burada araba yolu bitiyor. Arabayı kenara park ettikten sonra yürüyerek aşağıya şelaleye indik.
Şelale enfes bir şekilde 20 metre kadar yukarıdan aşağıya akıyor. Ancak bu güzelliği görmek isteyen çok fazla meraklı varmış meğer. Özellikle siyah örtüleri ile arap aileler de bu meraklılar arasında idi. Piknik yapanlar, şelaleye doğru tırmanıp suya atlayanlar, suda serinleyenler, çocuklar, kısaca şelale epey seven insan toplamıştı etrafına. Tabii bu bizim biraz moralimizi bozdu. Biz her zaman gittiğimiz yerlerin bize özel olmasını, sadece bize ait olmasını, sessizliği sadece bizim çekirdek çıtlamalarımızın bozmasını istiyoruz.
Serkan’a bu kalabalık arasında yüzmeyeceğimi, ama onu seyretmekten zevk duyacağımı söyleyerek işin içinden sıyrıldım. Önce Yalova’dan aldığımız dürümlerimizi meyve sularımız eşliğinde midemize indirdik. Bir ağaç gövdesi üzerinde kahvelerimizi içip neşe içinde etrafımızı seyrederken, bu sıcak yaz günü en son aklımıza gelecek bir şey oldu. Evet, sağanak halinde bir yağmur ansızın bastırıverdi. Çevremiz panik içinde eşyalarını toplayan, yukarıya arabalarına doğru koşturan telaşlı insanlarla doluverdi.
Farklı olduğumuz (daha iyi veya daha kötü değil, sadece farklı) doğal olarak bir kere daha ortaya çıkmıştı işte. Normal insanlar yağmurdan kaçarken, biz suya girmek üzere soyunmaya başlamıştık. Birkaç dakika sonra artık burası bize ait özel bir yerdi. Sadece biz ve çığlıklarımız vardı. İri yağmur damlaları ile şelalenin yukarıdan çivi gibi başımıza akan suları birbirine karışmıştı. Yüzüyor, atlıyor, şelalenin altına giriyor ve zevkten kendimizden geçiyorduk. Sualtında çekim yaptığını iddia ettikleri bir fotoğraf makinası ile sualtında çekimler yaptık, pozlar verdik. (Sualtı fotoğraflarının hiçbiri ne yazık ki çıkmadı. Aynı makine ile su üstünde çektiklerimiz de çok karanlık çıkmıştı.)
Suya doyduktan sonra fincanlarımıza termostan sıcak birer neskafe doldurup, cipslerimizle kahvelerimizi içtik. Yağmur tekrar bastırmış ve biz yağmur altında dere boyunca yürümeye başlamıştık. Kayalardan atlaya atlaya uzun bir dere geçişi yaptıktan sonra uygun bir kaya üzerinde bir kahve daha içtik.
Biraz daha yürüdükten sonra yukarıya arabayı bıraktığımız yola tırmandık. Yağmur sonrası etrafa nefis bir koku yayılmış, sıcak toprakla suyun birleşmesinden buharlar çıkmaya başlamıştı. Arabayı geçip şelalenin üstüne tırmandık. Biraz daha nefis manzarayı zihinlerimize kazıyıp, bu kadar kısa bir zamanda ancak bu kadar iyi bir şey yapılabilirdi diye konuşarak eve geri döndük.
Sudüşen şelalesine başka bir zaman, güneşli bir havada gittiğimde çektiğim resimleri de buraya koymayı düşündüm. Her ne kadar yağmurun zevki yoksa da şelale hakkında daha iyi bir fikir verebilir.
Translate »