Skip to content

Erikli yaylasına varma ümidiyle… (11 Ağustos 2002)

Temin ettiğimiz bir doğa sporları kitabından Erikli yaylasının varlığını öğrenmiş ve oraya bir şekilde varmayı planlamıştık. Her ne kadar kitapçıkta rehbersiz gitmeme tavsiye ediliyor olsa da bizim muhteşem bir icat olan pusulamız vardı ya. Hem harita ile pusula ne güne duruyor, rehber de ne demek. Delikanlılığa yakışır mı öyle rehber falan?
Aynı gün gece yarısından sonra hala Çınarcık’a doğru yürürken, bu delikanlılık felsefesinin her zaman geçerli olamayabileceği ihtimalinin de olabileceğini düşünmeye başlamıştık.
Bugün araba lüksümüz yok, Yalova ve Çınarcık’a minibüslerle ulaştık. Bundan sonraki tepeler, dağlar, düzlükler için sadece ayaklarımız ve çelikleşmiş (!) iradelerimiz var. Önce Teşvikiye köyüne vardık. Köy kahvesinin şirin bir gölgesinde çaylarımızı içerek Erikli yaylasına çıkış için bilgi aldık. Köylüler kendilerine göre bize yolu tarif ettiler. Patikadan ayrılma, traktör yolu çıkacak, direk karşıya geç, kamyon yoluna sapma, dar patika, geniş patika, derken biz bu tarifle hiçbir şey anlamayacağımızı, literatürümüzün farklı olduğunu, onların traktör yolu ile kastettiklerinin bizim için belirsiz olduğunu fark ettik. Muhteşem icat pusula ve haritamızla bismillah deyip yola koyulduk. Harita dediğim, atlas dergisi ile birlikte gelen böyle bir trekking için fazla büyük ölçekli bir haritaydı.
Önce Zirve alabalık çiftliği olduğunu tahmin ettiğimiz bir yeri geçtik. Biraz yukarıda derenin oluşturduğu yarı doğal bir havuzda yüzdük. Su müthiş soğuktu, fakat biraz alışınca damarlarınızın açıldığını duyuyor gibi oluyordunuz. Havuz kenarında yeterli miktarda çekirdek yedikten ve birer kahve içtikten sonra aheste aheste yola koyulduk. Erikli yaylasını elimizle koymuş gibi bulacağız ya, onun için pek acele etmiyoruz.
Patikayı takip ederek yukarı tırmanıyoruz. Ancak pusula ve haritaya güvenerek kuş uçumu gitmenin en kısa yol olacağı telkini ile sürekli patikadan sapıyoruz, ayakta duramayacak kadar dik çıkışları birer birer çıkıyoruz. Bu tırmanış bizi fena halde zorladı. Hava kararmasına 1 saat kadar kaldığında, biz hala tepelerde bir yerde bulduğumuz mini bir dere içinde, ufak bir şelalenin altına girip serinlemekle meşguldük.
Serinleme faslı bittikten sonra biraz daha yukarıda bir yola kavuştuk. Odunculara hitap eden toprak bir yol. Hala Erikli yaylasına varıp, orada bir miktar oyalandıktan sonra bulabileceğimizi tahmin ettiğimiz bir minibüs veya araba ile Çınarcık’a inmeyi planlıyoruz. İnsanın basiretinin bağlandığı ve mantıklı düşünemediği bir periyot içine girmiştik herhalde.
Hatta daha da vahimi, dümdüz kuş uçumu güneye devam edip Armutlu yarımadasının güneyinde Gemlik’ten çıkıp İznik minibüslerine binmeyi bile düşünmüştük. Çıktığımız yolda 3-4 kilometre yürüdükten sonra, hava kararmasına yakın bir oduncu kampına vardık. Odunculardan esefle, gittiğimiz istikamette yolun birkaç kilometre ileride bittiğini ve hiçbir yere varmadığını, Erikli yaylası yolunun tam aksi istikamette olduğunu öğrendik. Aynı yolu geriye tekrar yürüdük, ileride yol ikiye ayrıldı. Hava epey kararmıştı, artık kestirmeden direk aşağı vurma ihtimali yoktu. Çünkü bastığımız yeri artık zor görüyorduk ve sık orman içine girmek hiç de tekin olmayacaktı. Yaylaya varma ümidimiz de bitmiş, Çınarcık’a varma hedefi ile yolu takip etmeye başlamıştık. Biraz sonra aşağılardan büyük bir uğultu gelmeye başladı, daha sonra gittikçe yaklaşan hayvan koşuşturmaları duyulmaya başladı. Serkan’ın elinde bir büyük odun parçası, benim elimde tabanca durup seyretmeye başladık ki, 10 metre kadar önümüzden 20-30 hayvanlık bir domuz sürüsü büyük bir süratle aşağıdan çıkıp, yolu kat edip sağ taraftan yukarı doğru geçti.
Moralimizi bozan bu olaydan sonra azimle toz toprak ve çamur içinde yürümeye koyulduk. Artık konuşmadan sadece var gücümüzle yürüyorduk. Ancak sürekli dönüp duran, sanki bir yere varmadan bir tepe etrafında helezon çizerek yukarı tırmanan bir yolda gidiyor gibiydik. Çünkü yol 180 dereceden bile fazla dönüşler yaparak uzayıp gidiyordu ve etrafta bir tek bile ışık yoktu.
Yolun nereye çıkacağı hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Tamam, burası olsa olsa yayladır derken, acaba Çınarcık’a mı yaklaştık, yoksa şu çok uzakta arada bir gördüğümüz ışıklar Yalova-Orhangazi karayolu mu gibi çok uç ihtimaller de aklımıza geliyordu. Gece 11 olduğunda hala yürüyorduk, ayaklarımız şişmiş, suyumuz bitmiş, 12 saattir durup dinlenmeden tırmanma ve yürüme şeklinde bir faaliyet içinde, karnımız aç, çantada bir yığın yiyecek ekmek ve ıvır zıvır olmasına rağmen vakit kaybetmemek için yemeyi düşünemiyoruz. Kulaklarımız sürekli etraftan gelen ufacık seslere kilitlenmiş durumda, benim elim namluya sürülmüş mermiyi her an ateşlemeye hazır, Serkan’ın koca odunu sırtında belki işe yarar diye kilometrelerce bizimle birlikte taşınıyor. Ben kendi kendime bu işi biraz fazla abarttığımız için küfür edip duruyorum.
Eşim nöbetçi, bizi merak etmiş olamaz, ama evde oğlumla ablası yalnızlar. Onları bu saate kadar yalnız bıraktığım için kendimi affedemiyorum. Böyle sıkıntılı bir ruh hali içinde devam ediyoruz.
Gece 12 civarı iken ışıklı bir yere geldik. Şehrin en son evleri olduğunu tahmin ettiğimiz bir evin önünde hareket etmek üzere olan bir cip gördük. Koşarak cipe yaklaşıp nereye giderse gitsin bizi bir yerlere bırakmasını rica ettik.
Cipteki iki genç reddetmeyerek bu toz topraktan rengi gözükmeyen kıyafetlerimizle bizi araca aldılar. Buranın Çınarcık’ın üst mahalleleri olduğunu öğrendik. Bize sordukları sorulara inanmayacaklarını bile bile cevap verdik. İnanmadılar ve eğer söylediğiniz doğruysa o yol en az 50 kilometre dediler. Tabii bu mesafeye tırmanışlar, yoldan sapışlar, 3-4 kilometre yolu geri dönmek zorunda kalışımız dahil değildi.
Çınarcık’a vardığımızda günün en son arabasına yetişmiştik. Yalova’da Serkan İstanbul’a geçen bir vapura bindi. Ben de bir polisin halime acıyıp bir minibüsü durdurarak beni bindirmesi sayesinde Karamürsel’e kadar geldim.
Evde çocuklar çok merak etmişler doğal olarak. Ayaklarımın normale dönmesi 3-4 gün zaman aldı. İleride bu günü “domuzlu gezi” diye andık ve evdekilere anlatmamıza rağmen neler yaşadığımızı sadece biz anlayabildik.
Translate »