Skip to content

Çal deresi (24 Ağustos 2002)

Çınarcık tarafı ve Armutlu yarımadası yeni tutkumuz olmuştu son birkaç haftadır. Bu hafta da Esenköy’den denize ulaşan Çal deresi boyunca kuzeye doğru geçiş yaparak kaynağına yakın var olduğunu öğrendiğimiz büyük şelaleye varmayı planlıyoruz.
Sabah arabayla Çınarcık’tan sonra Esenköy’e ulaştık. Esenköy’de arabayı bırakıp bir saatlik yürüyüşle Çal deresinin yolu kestiği köprüye vardık. Maalesef dere yatağında kuru topraktan başka bir şey yoktu. Hayal kırıklığı içinde kuru dere yatağını takip ederek kuzeye yürümeye başladık. Biraz sonra hafif su akıntısı başlamıştı. Yaz mevsiminin ortasında bahçe sahiplerinin yoğun su taleplerini karşılayamayan derecik kupkuru kalmıştı.
Dere suyunun küçük gölcükler oluşturduğu bir yerde birkaç kişi suya giriyor ve kendilerince piknik yapıyorlardı. Yola devam edebilmek için 10 metre kadar yüksekliğinde dümdüz bir kayayı tırmanmamız gerekiyordu. Başka bir şekilde dereyi takip etmek etraftaki yüksek kayalar nedeniyle mümkün değildi. Bizim yolumuzu daha önce takip etmiş olanlar yukarıdan aşağıya bir tel sarkıtmışlar, tel zamanla paslanmış, elde pas izleri bırakıyor. Sırtımızda ağır çantalarımızla teli elimize dolayıp soluğu yukarıda aldık.
Yukarıda manzara daha da güzellemişti. Gölcüklerin yanında oyalanan ve görevli olduğunu iddia eden birisi bize bundan öteye geçmenin yasak olduğunu söyledi. Her nedense dağ başında konan böyle bir yasağı kim dinlerdi ki? Arkamızdan seslenen adama aldırmayarak yolumuza devam ettik. Bu arada tertemiz bir gölette soğuk dere suyuna girmeyi de ihmal etmedik tabii ki.
Yol boyunca su içinden, kayaların üzerinden çok zevkli bir geçiş yaptık. Molalarımızda neskafelerimiz ile enerji topladık. Zaman geçiyor ve büyük şelaleyi bulma ümidimiz gittikçe zayıflıyordu. Saat yediye doğru 3 kat halinde akan büyük bir şelaleye geldik. Bahsedilen şelale bu olmalıydı. Şelalenin keyfini çıkardıktan sonra yukarıda bir patika bulma ümidi ile önce şelaleyi, sonra da yan taraftaki dik tepeyi tırmanmaya başladık. Ancak tepeyi tırmanmak, geçit vermeyen bitki örtüsü ve son derece dik olması nedeniyle bir süre sonra imkânsız hale gelmişti. Çaresiz geri döndük ve şelalenin tepesine geldik.
Geri dönüşe geçmek için biraz da acele ile şelaleyi inmeye başladık. İnerken ayağımın kaymasıyla dağ ayakkabılarının ıslak kayalarda hiç de uygun olmadığını acı bir tecrübeyle anladım. Tırmanmaya başlarken nispeten kaymayan terlikleri çıkarıp kaliteli dağ ayakkabılarımızı giymiştik. Geri dönüşe geçince tekrar ayakkabıları değiştirmek aceleden aklımıza gelmemişti. Ben sırtım kayaya dayalı olarak inmeye başlamıştım ki, ayağımın kaymasıyla aşağı yuvarlanmaya başladım. Sırt çantası kayarken bir yere takılınca beni öne doğru fırlattı. Ben de tepetaklak şelalenin en üst katından ikinci kata doğru yuvarlandım ve büyük bir şiddetle sırt üstü suyun aktığı yatağa, kayanın üzerine düştüm. Benim düşmeme sebep olan sırt çantam, şimdi belki de başımı ve sırtımı çarpmama engel olarak hayatımı kurtarmıştı.
Serkan yukarıdan yıldırım hızıyla kendisini de tehlikeye atarak aşağı indi. Ben zar zor doğruldum. Çantanın içindeki termos parçalanmış, diğer kıyafetler de düşüşümü biraz yumuşatmıştı. Kolum bacağım fena halde sızlıyordu, ama çok şükür buralarda kalacak şekilde bir yerim kırılmamıştı.
Yaşadığımız şoku atlattıktan sonra hızlı bir şekilde geri intikale geçtik. Hava kararmak üzere idi ve daha gidecek çok uzun bir yol ve zorlu geçişler vardı. Az sonra hava karardı ve yine ay ışığından yoksun, kanyonun derin duvarları arasında karanlık içinde kalıvermiştik. Geçilmesi gereken boyumuzu aşan sular, akıntılı bölgeler, dik kayalar, kenardan yürümeye imkân vermeyen geçişi olanaksız çalılıklar ve en kötüsü ıslak elbiselerimizle kendini hissettirmeye başlayan soğuk önümüzdeki engeller olarak şimdi karşımızda duruyordu. Göz gözü görmeyen karanlık içinde el yordamıyla kayaları geçtik, zaman zaman karanlık sular içine atlayarak yüksek kayalar yerine suyun emniyetini tercih ettik. Ufacık el fenerimiz az da olsa bastığımız yeri gösteriyordu.
Bir ara kaymamak için elimi koyduğum kaya üzerinde istirahat halindeki yengeç elimi kapıverdi ve ben bu ani acıyla elimi sallayınca yengeç karanlığın içine uçup gitti.
Gece 10’u geçmişti. Gözümün önüne gündüz tırmandığımız 10 metrelik dik kaya dâhil geçmemiz gereken engeller geldiği bir anda ümitsizlikle Serkan’a geceyi burada geçirmeyi teklif ettim. Kendimizi daha fazla riske atmanın anlamı yoktu. Ancak soğuk ve ıslak kayalardan başka konaklayacak bir toprak parçası olmaması ve bu kayaların üzerinde soğuk bir gece geçirmenin getireceği riskin daha fazla olduğunu düşününce bu fikirden vazgeçtik. Ha geldik, az kaldı tesellileriyle devam ettik. Her gördüğümüz yeni kayalık bize ilk başladığımız yere benziyor gibi geliyordu, ama yanıldığımızı karşımıza çıkan yeni kayaları görünce anlıyorduk.
Yaklaşık olarak iki saatlik bir geçişten sonra sabah tel yardımıyla tırmandığımız kayaya vardık. El yordamı ile 10 metrelik kayadan aşağı indiğimizde derin bir soluk aldım. Aşağısı dik bir şekilde dereye inen kayalık bir yerdeki daracık patikadan epey ilerledikten sonra köprüye vardık.
Esenköy’e giden traktörden bozma üstü açık bir araç denk geldi. Onunla arabanın olduğu yere geldik. Sefil bir vaziyette, üzerimiz çamur ve sırılsıklam, her tarafımız çizik dolu, kan revan içinde eve vardığımızda saat gecenin biriydi. 15 gün sonra üzerimizdeki yara bereler hala geçmemişti.
Buna rağmen en çok özlemle andığımız gezimiz bu gezidir.
Translate »