Skip to content

Balkan Gezisi

21-26 Nisan 2015

Çok sevdiğim sınıf arkadaşım, eski dostumdan bir telefon aldım. Bana reddedemeyeceğim bir teklifte bulundu. “Beş günlük bir Balkan gezisine çıkıyoruz, bütün gerekli muameleler tamam, sen de gelir misin?” Buna verilecek cevap “Elbette gelirim!”den başka bir şey olamazdı. Hemen işyerinden bir haftalık yıllık izin alındı, hanımın gönlü yapıldı, çocuklarla vedalaşıldı ve 21 Nisan 2015, Salı sabahı yola çıkıldı. Dört sınıf arkadaşıyız. Yatılı okulda okuyanlar bilirler. Yatılı okulda, hele askeri okulda birlikte okuyan, sonra iş yerlerinde benzer kaderleri paylaşan sınıf arkadaşlarını, ortak hatıralar, yaşanan zor günler, birlikte geçirilen hoş zamanlar öyle sıkı bir birine bağlar ki, aradaki bu kuvvetli bağ, yıllar geçse, bir birinizi hiç görmeseniz bile eskimez. En anlaşamadığınız uzak bir arkadaşınız bile en samimi bir ahbap, en yakın bir dost oluverir bir anda. Hele daha önceden de iyi birer arkadaş idiyseniz artık bu beraberliğin tadına doyulmaz. Biz de bu duygular içinde yola çıktık. Ahmet, Tayfur, Engin ve Nejat.

Önce güzergâhımızı alt alta dizeyim, sonra bir iki cümle ile seyahatimizi özetleyeyim. Sonra da sözü “Bir resim bin lafa bedeldir” prensibi ile fotoğraflara bırakalım. 5 günde 5 Balkan ülkesini dolaşıp 3000 km’den fazla yol yaptığımız bu unutulmaz hatırayı fotoğraflardan takip edelim.

İnce ruhlu, hassas, zeki ve kalemi kuvvetli arkadaşım Tayfur gezi bittikten sonra enfes bir hatırat kaleme aldı. Hatıratın adı bile hassas gönülleri can evinden vuracak şekilde: “iki günbatımı arasında 5gün 5ülke”. Bu yazımı onun yazdıklarından alıntılar ve esintilerle destekleyeceğim. Şöyle başlamış:

Gezginler gezdikleri yerlerde kendilerini, belki de önceki düşürdükleri bakışlarını ararlar; bulabildikleri kadarıyla huzura ererler…

Onlar; heybetli de olsa durağan dağlara, kök salmış ağaçlara değil; gezegenlere, boşlukta özgürce yol alan göktaşlarına, akıp denize ulaşmaya çalışan derelere, ilk nehre ulaşamadan kuruyan kar sularına benzerler…

Dünyada ne kadar yön varsa, o kadar da o yöne dönük olan, adım atan, yol alan vardır. Kimileri bir yere varma telaşındayken, kimileri de yolda olmanın heyecanındadır.

Evde oturmak yerine yol almak, arabayı yenilemek yerine, yeni benzinliklere girmek, Hasan Dağına başka bir açıdan bakmak, trafikte durmak yerine uzun da olsa arka sokaklarda direksiyon sallamaktan yana olmak; tanıdıklarını yeniden keşfetmek, tanışıklığı yeni mekanlarda tazelemek ve yeniden sevmek, tanımadıklarını gerçek hayat ortamında tanımaktır, gezginlik.

Bu gezide bana hakim olan en belirgin duygu “hüzün” idi. Nedenini yine Tayfur’un kaleminden aktarayım:

Beni dehşete sevk eden en önemli şey ise resmen 550 yıl sahibi olduğumuz toprakların 100 yıl gibi kısa bir sürede elden çıkmış olması ve takip eden 100 yıl sonunda da neredeyse bize ait tüm izlerin silinip gitmesi! Bu düzeydeki kültürel vandallığı, Türkler ve izlerine reva görülen vahşeti anlamak veya kabullenmek mümkün gelmedi bana!

Öğlene doğru Levent’te lojmanlardan yola çıktık, İstanbul trafiğini geride bırakıp otobana girdiğimizde yol boyunca, hatta seyahat boyunca bize eşlik edecek bahar sarhoşu sapsarı tarlalar şimdiden uzayıp gitmeye başlamıştı bile.

Önce Kırklareli’nde bir mola verip köfte yedik. İyi bir köfteci ararken Ahmet’in bir vatandaşa sorduğu soru seyahatin birinci ve en güzel incisiydi: “Buralarda köfte yemek isteseniz, nerede yerdiniz?”

Kırklareli’nden sonra Dereköy sınır kapısından geçerek Bulgaristan’a girdik. Burgaz’a kadar iki kez polis tarafından durdurulup pasaport kontrolünden geçirildikten sonra küçük bir otelde geceledik. Tabi oteldeki bal tatlısı muhabbeti anlatmak zor.

Levent'te veda, Kırklareli, Dereköy sınır kapısı, Burgaz'da otel

Orjinaller burada

Translate »