Skip to content

Dağlarla ilk tanışmamız, Uludağ (21 Haziran 2001)

Ertesi gün kendimizi yeterince dinlenmiş ve yeni bir heyecana hazır hissediyorduk. Alelacele bir planla -buna pek plan denmese de- teleferik ile Bursa’dan Uludağ’a çıkmak üzere İznik’ten ayrıldık. Bursa’da yürüyerek teleferiğe vardık. Ancak sert rüzgâr sebebiyle teleferiğin çalışmadığını öğrendik. Yapacak bir şey yoktu. Yanımıza vazgeçemediğimiz yol arkadaşımız olan çekirdekleri alıp biraz yukarıdan Bursa’yı seyretmek üzere teleferik telinin yukarıya doğru gözden kaybolduğu çam ormanına tırmanmaya başladık. Biraz yukarıda çam ağaçlarının altında, meyve suyu ve çekirdek çıtlamaları eşliğinde Bursa’nın kaybolan yeşilliğini ve derme çatma evlerin çatıları arasında zor seçilen ağaçları seyretmeye başladık.
Amacımıza ulaşamamış ve yukarılara çıkamamıştık. Ancak içimizdeki enerji ve istek bizi yukarıya çekiyordu. Fazla konuşmadan ve bir plan yapmadan, köpeklerin sinirli havlamalarına aldırmayarak ve teli takip ederek yukarıya tırmanmaya başladık. Kaybolmamak için teli takip etmeye karar verdiğimizden, yukarıya devam eden patikadan ayrıldık. Yol ne kadar dik de olsa, görebildiğimiz kadar teleferik telini takip ediyorduk.
Ancak bu körlemesine takip bizi kısa sürede tüketti. Sakin sakin akan cılız bir dereyi görünce düşünmeden bir mola kararı verdik. Biraz serinlemeyi müteakip çok dik olan dere kenarında doğrulmaya çalışırken ikimizin de gerisin geriye yuvarlanışı, dışarıdan gören birilerini epey güldürürdü herhalde. Biz de birbirimize bakarak bu halimize epey güldük.
Dere molasından sonra tırmanmaya devam ettik. Bursa’nın epey yukarılarında, ayrıldığımız patika ile tekrar buluştuk. Patika kenarında düzlük bir alana bir çeşme ve oturmak için birkaç oturak konmuştu. Kısa bir su molası ve fotoğraf makinesini otomatik çekime alarak bir poz resim sonrası yürümeye devam ettik.
Yukarıya doğru tırmanışın tekrar soluklarımızı tüketmeye başladığı bir anda yağmur başlaması ve yağmur damlalarının yoğun ağaç yaprakları arasında çıkardığı sesler bizi mest etmişti. Su yolu olduğunu tahmin ettiğimiz bir patikada durduk ve yağmur altında biraz soluklanıp biraz daha çekirdek yedik. Attığımız her adım bize tarifi zor bir zevk veriyordu.
Beklenmedik bir anda adeta bir moloz çöplüğüne dönmüş yığınların arasından teleferiğin ilk durağı olan Kadıyayla’ya vardık. Rakımın 1231 metre olduğunu teleferik istasyonunun önündeki bir tabeladan öğrendik. Kadıyayla’da mevsim itibariyle boş olan bir otel ve enfes bir manzara vardı. Manzaranın cazibesi bizi kendimizden geçirmiş ve tüm yorgunluğumuzu almıştı.
Teleferik istasyonunda ilginç hediyelik eşyalar satan mini marketi gezerken rüzgârın hafiflediğini ve teleferiğin çalışmaya başladığını öğrendik. Kısa bir bekleyiş sonunda teleferik geldi. Geldiğimiz yolu ve Bursa’yı yukarıdan seyrederek teleferik ile aşağıya indik.
Bursa’da köfte ve Kozahanı’nda çay ile kendimize bir ziyafet çektikten sonra akşam İznik’e döndük. Bu bizim dağlarla ilk yakından tanışmamız idi. Dağların cezbedici sessizlik ve gizemi artık kopamayacağımız bir şekilde bizi kendisine bağlamıştı. Ağaçların tarif edilmez renkler içinde tüm güzelliğini sergilemesini, kuşların insanı kendinden geçiren türlü türlü nağmelerini, dağların kirletilmemiş bakir kokusunu, ummadığınız yerde karşılaştığınız suların insanı çeken şırıltısını ve serinliğini, sabırsızlıktan şekerli mi şekersiz mi olduğunu anlamadan terinizle karışan çayın lezzetini şehrin keşmekeşliği ve tükenmeyen ancak tüketen karışıklığı içinde fark etmenin imkânsız olduğunu dağlar bize anlatmıştı artık.
Translate »