Skip to content

Yağmurda İznik’e yürüyüş (20 Kasım 2004)

Üzerimizdeki hamlığı atmak için uzun bir yürüyüş planlıyoruz uzun bir süredir. Kısmet bugüneymiş. Bugün niyetimiz evden Altınova üzerinden İznik’e yürümek. Mesafe 50 kilometre. Hava ve yağış durumu müsaade ederse kestirme yollara sapmayı da düşünüyoruz.

Sabah sekizde Karamürsel’de evden yürümeye başladık. Altınova üzerinden Valideköprü’ye doğru yürüyoruz. Hava ılık olmasına rağmen fırtınayı andıran bir rüzgar var. Bir saat sonra karla karışık bir yağmur başladı. Zaman zaman kar, zaman zaman yağmur yağıyor. Hiç durmamacasına yağan yağmur bir süre sonra bizi tamamen ıslattı. Hatta o kadar ki, bir gün önce çamaşır makinasında yıkadığım ayakkabılarımın içi de ıslanınca kalan deterjanlar köpürmeye başladı. Yürüdükçe kudurmuş gibi köpüren ayakkabılar çok komik bir şekle büründüler.

İki buçuk saatte Valideköprü’ye vardık. 13.8 km mesafe yürümüştük yağmur altında. Caminin yağmur almayan çeşmelerinde üzerimizi toparlamaya çalıştık. Ama nafile, bu bizi ısıtmaya yetmedi. Ama azimliydik, ne olursa olsun yürümeye devam edecektik. Burada durmak da bizi ısıtmıyordu. Biraz sonra köpüren ayakkabılarımızla yürümeye devam ettik.

Islaklık bizi zorlamaya başlamıştı. Esen sert rüzgar ıslak eşofmanları vücudumuza yapıştırıyor, bizi daha da üşütüyordu. Artık monoton bir şekilde bir şey düşünmeden yürüyorduk. Dört kilometre kadar daha yürüdükten sonra bir kamyonet yanımızda durdu. Bizi arabaya davet etti. Kızderbent’e gidiyormuş. Bir-­bir buçuk kilometre kadar kamyonette gittik. Köyde inip köy çıkışına tekrar yürümeye başladık. Artık iyice üşümeye başlamıştık ve durum sağlığımızı ciddi olarak tehlikeye sokacak bir şekle dönüşmüştü. İznik’ten Levent’i çağırsak mı acaba diye düşünürken, bir yandan da tek tük geçen kamyon skoda türü araçlara otostop çekmeye başlamıştık. Tabii normal arabalara otostop yapmıyorduk. Bu sırılsıklam halimizle bizi kimse arabasına almaz, alsa da biz binmezdik.

Bir süre daha yürüdükten sonra bir skodaya otostop çektik. Skoda durmadı, ama arkasından gelen bir araba bizi görmüştü. Biz arabaya git gibilerden bir işaret yaptık. Yani durmasına gerek yoktu. Ama araba bizi biraz geçip durdu ve geri gelerek bizi arabaya davet etti. Bu kırmızı enfes bir BMW idi. Arabanın önünde genç bir kız vardı. Arkada iki delikanlı oturuyordu. Şoför de genç yakışıklı efendi görünüşlü birisiydi. Yani arabada yer de yoktu. Biz halimizi gösterip teşekkür ettik. Yola devam etmesini söyledik. Ama şoför ısrarla binmemizi söylüyordu. Arkada yer yok, biz her yeri ıslatırız dedik. Ama şoför bizi almadan gideceğe benzemiyordu. Sonunda ısrara dayanamayarak arabaya bindik. Eğreti bir şekilde arka koltuğa sıkıştık. Ama arabadakilerin rahat davranışı bizi de rahatlattı. Şoför bizim ıslak olmamıza aldırmamıştı bile.

Yol boyunca arabadakiler bize tek bir kelime bile soru sormadılar. İlk kez böyle bir durumla karşılaşıyorduk. Biz de bir şey sormadan İznik’e geldik. Onların Yenişehir’e devam edeceklerini öğrendik. Bu enteresan insanlara teşekkür edip arabadan indik.

Eve geldiğimizde annem önce yaptığımıza inanamadı. Sonra bizim böyle davranışlarımızın normal olduğuna kanaat getirdi ve bize fırça atmaya başladı. “Oğlum, hiç akıl yok mu sizde? Otursanıza evinizde sıcak sıcak, bu havada bu kadar yol yürünür müymüş? Akılsızlar vs…”. Annemin bu fırçaları bizi çok neşelen­diriyordu. Hatta yolda yürürken, eve vardığımızda annemin nasıl bir fırça atacağını, abimin nasıl bir tepki göstereceğini tahmin etmiş ve bunu mp3 recorder’a kaydetmiştik. Oldukça da benziyordu hani.

Bu macera da yarım kalmış bir macera oldu. Tamamı bir başka güne.

Translate »