Skip to content

Sakarya nehri ikinci etap (20 Nisan 2002)

Geçen sene eylül ayında yaptığımız ve tadı damağımızda kalan Sakarya nehri maceramızın ikinci etabını yapmak için nisan ayı uygun bir aydı. Nisan yağmurları nehri doldurmuş, suyun akış şiddeti artmış olmalıydı. Kendimize, bir sürü para verip profesyonel bir bot almıştık. Her şey hazırdı artık.
Bu geziye bir üçüncü kişiyi daha dâhil ettik. Eşimin amcakızı İclal, her ne kadar yüzme bilmese de bizim gezilerimizi hayranlıkla takip ediyor ve bizle gelmek istiyordu. Eşimin de rızası ve çocuğa bakma işini üstüne alması üzerine bir cumartesi sabahı yola koyulduk.
Geçen sefer kaldığımız yere vardık. Bir benzin istasyonunda arabayı bıraktık ve nehir kenarında botu şişirdik. Nehir gerçekten de yoğun yağmurlardan dolayı taşmış, tarlaların bahçelerin bir kısmını işgal etmiş, suda başıboş yüzen veya bir yere takılıp kalmış birçok ağaç kütüğünü içine almıştı. Nehir yer yer oldukça hızlanıyor, sığ taşlık bölgelerden geçerken sular karışıyor, eğlenceli ama tehlikeli durumlara sebebiyet veriyordu. Nehrin kenarından gitmenin avantajı suyun kıyıda daha hızlı akması idi. Aynı zamanda ağaç altlarından geçerken enfes manzaralar bizi kendimizden geçiriyordu.
Bu manzaraya kendimizi fazla kaptırdığımız bir anda beklenmedik bir ağaç karşımıza çıktı. Ağaç, dallarını suya uzatmış, altında bir metre kadar bir mesafe bırakmıştı. Suyun hızlı akışı ve ağacı çok geç fark etmemiz nedeniyle süratle ağacın altına girdik. Ben eğilin diye bağırdığımda kıl payı başımızı eğmiş ve ağacın altından büyük bir süratle geçmiştik. Ancak Serkan refleksle botun akışını yavaşlatmak ve olası bir çarpmadan korumak için ayağa kalkmış ve ağacı bütün vücudu ile kavramış. Geri dönüp baktığımızda Serkan’ı ağaca sarılmış, yarı beline kadar suya gömülmüş bir halde gördük. Süratle kıyıya kürek çekmeme rağmen ancak 100 metre kadar ileride kıyıya varabildim ve botu bir ağaca bağlayarak İclal’i büyük bir korku içinde botta bıraktım. Bir yere ayrılmamasını sıkı sıkı tembih ettikten sonra koşarak Serkan’ın yardımına gittim.
Serkan’ın yanına vardığımda Serkan’ın durumu çok komik ve görülmeye değerdi. Ağacın gövdesi üzerine çıkmış, kıyıdan 3-4 metre uzakta ne yapacağını bilmez bir durumda kararsız bekliyor, kenarda bir köylü de şaşkın şaşkın Serkan’a bakıyor (bu şaşkınlığının sebebini birazdan anlatacağım, adamcağız doğrusu hayatında ilk kez böyle bir şey görmüştü herhalde).
Serkan’ın bulunduğu yerden kıyıya atlaması mümkün değil, suya girmesi gerek, su müthiş bir süratte akıyor, atladığı takdirde akıntı ile bir yerlere gidecek. En kötü ihtimal ise başını bir yerlere çarparak zarar görmesi. Ben ise kıyıda ona uzatabilecek bir şeyler arıyorum. Kıyıdaki çer çöp pek kısa ve dayanıksız. İleride uzun ve büyük bir kavak ağacının suyun etkisi ile kırılarak devrildiğini gördüm. Ağacı binbir güçlükle Serkan’a yakın bir yere çektim. Bu arada köylünün hiçbir yardıma yeltenmeden sadece seyretmesine de çok içerlemiştim. Zamanım olsa ona bir iki laf atacaktım, ama onunla uğraşacak zamanım yoktu. Bir yandan da botu merak ediyordum. Acaba akıntı botu ağaçtan söküp sürüklemiş olabilir miydi? Çok hızlı hareket etmemiz gerekiyordu, ağacı Serkan’a uzatabilmek için bir iki mühendislik harikası yaratarak kayalardan kaldıraç yaptım ve ağacın dallarını Serkan’a 1-2 metre kalana kadar uzattım. Ayağımla ağacı kayaların arasına sabitledim ve Serkan’a seslendim. Bana hazır olduğunu söyleyip kendini ağaca doğru fırlattı. Ağacı yakalamayı başardı, ayaklarını akıntıdan zorlukla kurtarıp ağaç yardımıyla kıyıya tırmanmaya başladı. Sahile çıktığında koşarak bota gittik. Bot yerinde duruyor, İclal ise içinde hüngür hüngür ağlıyordu.
Serkan’ın ilginç macerasını duyunca gülmekten kendimizden geçmeye başlamıştık. Serkan ağaca asılı kalınca su eşofmanını şişirmiş ve eşofman ayağından çıkmış. Sonra altındaki şort da aynı akıbete uğramış ve Serkan’ımız bütün malzemeleri ile ortada kalıvermişti. Elini uzatıp şortunu toplamaya çalışmasının imkânı yokmuş, çünkü elini bıraktığı takdirde akıntıya kapılacak, böyle de durmak mümkün değil, tek eliyle güç bela şortunu toplamayı başarmış. Neyse ki ben geldiğimde kardeşimin bu komik durumunu görmedim.
Gülme krizleri bitince botu çözüp yola devam ettik. Ama nehrin bu mevsimde bu bölgesi çok akıntılıydı. İleride üzerinden demiryolunun geçtiği bir köprü göründü. Altta ayaklarının arasında 3 geçiş vardı, ancak hangisinin emniyetli olduğunu uzaktan kestirmek pek mümkün olmuyordu. Biz en soldakini seçtik, ama bu geçişin beton bloklar ve demir parçaları tarafından daraltıldığını, botun buradan geçmesinin -en azından biz üzerinde iken- mümkün olmadığını geç fark edebildik. Bot büyük bir süratle demirlerin üzerinden geçmek üzere iken ben botun halatını elime dolayıp kendimi dışarı attım. Beton bloğun arasında olabildiğince kendimi emniyete alıp botu tutmaya çalıştım. Serkan’la İclal de kendilerini dışarı attılar. Bot su ile doldu, iyice ağırlaştı. Serkan süratle halatı kavradı. Birlikte büyük bir gayretle içi su dolu botu beton blokların üzerine çektik. Botun yastığı ve bir iki parça önemsiz eşya suya kapılıp gitmiş, ama kıymetli malzemeyi kurtarmıştık.
Soğuktan titremeye başlamıştık, nehir macerasını burada bitirmeye karar verdik. Yanımızda yüzme bilmeyen bir kız vardı ve onun sorumluluğunu daha fazla alma riskine giremezdik. Yola yakın bir yere eşyaları taşıdık. Ben bir minibüs durdurup arabayı almaya giderken Serkan ile İclal botu ve malzemeleri toparlamaya başladılar. Botun bu zorlu geçişlere nasıl dayandığı bizi şaşırtmış ve sevindirmişti.
Arabaya binip eve dönmeye başladığımızda üzerimizde yine aynı tatlı yorgunluk, aynı lezzet ve aynı huzur vardı.
Translate »