Skip to content

Sakarya nehrinde ilk macera (8 Eylül 2001)

Haziran ayında eşim ve çocuklar ile gittiğimiz yaz kampı için ucuz bir lastik bot almıştım. Maksadım denizde hafif kürek çekerek tenezzüh gezileri yapmak idi. Ancak botun tadı başka türlü de çıkarılmalıydı. Ancak nerede ve nasıl? Bu düşünce aklımın bir yerlerinde fiiliyata geçmese de sakin sakin duruyordu. Ankara’dan Gölcük’e tayinim çıkmış, yeni görevime katılmış, ancak evimi henüz taşıyamamıştım. Hafta sonları Ankara’ya gidip gelmek de hem bütçemi zorluyor, hem de otobüs yolculuğu canımı sıkıyordu. Bu hafta sonu bu yolu çekmeyecek ve başka bir yerlerde vakit geçirecektim.
Serkan’la birlikte Cuma akşamından İznik’e gittik. Cumartesi sabahı oldukça geç bir saatte yine önceden planlamadan, sadece değişik bir şeyler yapmak üzere araba ile Mekece’ye geldik. Mekece, Adapazarı-Bilecik yolu üzerinde, Sakarya nehrinin ana yol ile en fazla yaklaştığı yerlerden birisinde ufak bir kasaba. İznik’ten doğuya doğru 30 km gittikten sonra, bu tali yol Adapazarı yolu ile birleşiyor.
Mekece’ye vardığımızda ikindi vakti saat 5 olmuştu. Yani botla bir nehir macerası için oldukça geç bir saat, ama dediğim gibi bizim faaliyetlerimizde bir plan olmadığı için, saat hesabı yapmadan ufak bir maceraya atılmaya karar vermiştik. Serkan’a botla Sakarya nehrinde biraz kürek çekeriz dediğimde, Serkan hiçbir soru sormadan “tamam abi”sini yapıştırmış, ben de bundan cesaret alarak “hadi gidelim”le yola çıkmıştık. Botun son derece amatör olması, Sakarya nehrinin haritasının elimizde olmaması, suda karşılaşmamız olası kayalık, akıntı veya küçük şelalelerden en ufak bir fikrimizin olmaması düşünülecek en son şeylerdi. Belki de işin zevki burada yatıyordu. Karşımıza çıkacak sürprizleri bilmememiz işe ayrı bir heyecan ve tat katıyordu.
Küçük kırmızı botu şişirip nehirde ilerlemeye başladığımızda saat beş buçuğa yaklaşıyordu. İkindi güneşinin kızıllığı yavaş yavaş çökmeye başlamıştı. Geniş su yatağında akıntı ve kürek yardımıyla ilerledikçe bu işin zevki her yanımızı kaplamaya başlamıştı. Bu heyecanı bırakıp sudan çıkmayı ikimiz de aklımızdan bile geçirmiyorduk. Hava kararınca ne yapacağımız, geceyi nerede geçireceğimiz gibi sorular hiç konuşulmayan küçük detaylardı. Öte yandan mevsim yağmurlarının başlamış olması su seviyesini arttırmış, sahilden kopan ağaç kütükleri su içinde bir yerlere takılmış, bota zarar verebilecek sivri uçlar meydana getirmişti.
Havanın hafiften kararmaya başlaması ile kuş sesleri kesilmiş, yerini kurbağaların uzaktan değişik bir nağmeyi andıran keskin seslerine bırakmıştı. Yazın uzun günü tükenmiş, yerini ay ışığı bile olmayan koyu bir karanlığa bırakmıştı. Biz ısrarla suda yol almaya devam ediyorduk. Bu esrarengizlik içindeki heyecan bizi sarmış nerede ve ne zaman biteceğini bilmediğimiz bir yerlere doğru gidiyorduk. Uzaktan zaman zaman gördüğümüz her köy ışığında acaba çıksak mı diye diye gece yarısını 1 saat kadar geçmiştik. Yanımıza fener almak bu gezideki en iyi şeydi herhalde. Çünkü her ses ve şıpırtı botun saplanabileceği bir ağaç kütüğü ve bizim eşyalarla suya gömülmemiz demek olduğundan, böyle bir ses duyduğumuzda aksi yöne kürek çekerek botun ileri gidişini yavaşlatmaya ve fenerle bir şeyler görmeye çalışıyorduk. Tabii amatör fenerimiz ne kadar izin verirse o kadarını görebiliyorduk.
Uzaktan kuvvetli bir ses bizi tereddüde düşürdü. Acaba devam mı etmeliydik, yoksa kıyıya çıkıp önce bu sesin nereden geldiğini görmeli miydik? Ne yapacağımıza karar vermeye çalışırken bir yandan da büyük bir hızla sesin geldiği yere doğru yaklaşıyor ve sesin daha da artarak ürkütücü bir hale gelmesi karşısında paniğe kapılmaya başlıyorduk. Başımızda kaskımız olsa hiç tereddütsüz devam edecektik, ama başımızı koruyan bir şey olmaması ve düştüğümüzde başımızı bir kayaya çarparak bayılma ihtimali bizim büyük bir gayretle kıyıya kürek çekmemize sebep oldu. Karanlıkta hiçbir şey görmememize rağmen sesin çok kuvvetli olarak geldiği yerin yan tarafına doğru kürek çekerek çıktık. Botu çekerek emniyetli bir yere bıraktık. İleride gördüğümüz köy ışıklarına doğru yürümeye başladık. Bu arada toparlayabildiğimiz kadar üzerimize çeki düzen versek de, halimizin çok garip olduğunu biz de kabul ediyorduk.
Saat ikiye doğru, isminin Çengel olduğunu tahmin ettiğim köye vardık. Her taraf kapanmıştı, ama bu saatte bir köy kahvesinin açık olduğunu görmek bizi rahatlattı. Selam verip kahvenin bahçesine girdik. Birkaç köylü dayının yanına oturduk. Çayımızı ısmarladık ve bombardıman halindeki sorulara cevap vermeye başladık. Soruları biraz hafifletmek ve onların anlayabileceği bir hale getirmek için kendimizi nehirde araştırma yapan görevli bir ekip olarak tanıttık. Köylü dayılar bize büyük bir misafirperverlik gösterdiler. Gerçekten sıcak bir ortam, tatlı bir hava vardı köy kahvesinde. Nehirde duyduğumuz sesin ne olduğunu sorduk. Meğer köylüler suyun akışını kontrol etmek için suyun her iki yanını kayayla doldurmuşlar ve arada suyun akması için bir boşluk bırakmışlar. Köylü arkadaşlarımızdan müsaade istedik. Bir tanesi bizi bırakmadı. Bizle beraber köy çıkışına kadar yürüdü ve bize kendi yetiştirdiği 3 büyük karpuz verdi. Karpuzları kucakladık ve kendisine teşekkür edip ayrıldık.
Botumuza vardığımızda karpuzun birisini kesip karanlıkta el yordamıyla yiyerek açlığımız bastırdık ve botun içine ayaklarımız botun bir ucundan sarkacak şekilde yan yana yattık. Başımız botun şişkin yerinde, üzerimize ne bulduysak örtmemize rağmen gece soğuktan tir tir titreyerek sabahı zor ettik. Son derece rahatsız, uyku ile uyanıklık arasında geçen gecenin sonunda, sabah nehir kenarına gelen köylülerin sesi ile kendimize geldik. Alelacele kalkıp eşyaları toparlayıp çantalara tıktık. Geriye kalan bir iki parça bisküvi ile birlikte karpuzun ikincisini de yiyerek kahvaltımızı yaptık.
Nehre tekrar girmeden önce yürüyerek şiddetli sesin geldiği yere keşif yaptık. Gördüğümüz manzara bizi dehşete düşürmüştü. Çünkü köylülerin söylediği kaya setinin arasından su müthiş bir süratle yaklaşık 1 buçuk metre aşağıda büyük bir kayanın üzerine düşüyordu. Yani biraz daha sese yaklaşmış olsak kürek çekmekle akıntıdan kendimizi kurtarmamız mümkün değilmiş ve bu kayanın üzerine düştüğümüzde başımıza gelebilecekler hiç de hoş şeyler olmayacakmış.
Bu durumu biraz da espriye vurarak botu setin arka tarafına taşıdık ve tekrar suya girdik. Yavaş yavaş kürek çekmeye başladık, ancak biraz ileride genişçe bir yerde bir anda bot dikiş yerlerinden patladı ve kendimizi 2 saniye içinde tamamen suyun içinde bulduk. Ben çantaları yakaladım, Serkan bir iki hamlede sahile vardı. Yukarıya tırmandı ve benim fırlattığım çantaları yakaladı. Ben botu çekerek sahile yüzdüm ve geri kalan eşyayı dışarı çıkardık. Bu durum bizim fena halde kopmamıza sebep oldu, Serkan’ın çok aşina olduğum gülme krizi durmak bilmiyordu. Tüm eşyalar sırılsıklam, üzerimizden sular aka aka botu toplayıp yola doğru yürümeye başladık. Uzun bir yürüyüşten sonra yola vardık ve ileride bir benzin istasyonuna vardık. Burada gördüğümüz lastik tamircisine sevinirken, tamircinin bu yırtığın botun malzemesinden dolayı onarımının mümkün olmadığını söylemesi üzerine sevincimiz kursağımızda kaldı. Zaten botun çok kalitesiz olduğunu bilmemize rağmen yine de bir şeyler yapılabileceğini ümit etmiş ve bugün de nehirde yolculuğa devam etmeyi kafamıza koymuştuk.
Erken biten nehir yolculuğumuz, bu işin devamı için en kısa zamanda iyi bir bot alıp, nihai hedef Karadeniz’e ulaşma düşüncesiyle sona erdi.
Translate »