Skip to content

Elmalık köyüne ikinci deneme (13 Nisan 2003)

Bir önceki yarıda kalan Elmalık köyü yürüyüşü içimize dert olmuştu. Nasıl olur da böyle yarıda bırakırdık güzelim parkuru. İlk fırsatta yine bir Pazar sabahı erkenden yola çıktık ve muhteşem bir günün sabahında, saat yedi buçukta arabamızı Elmalık köyü girişinde bırakarak aynı yoldan yürümeye başladık. Yolda gördüğümüz leylekler bizi epey neşelendirdi. Kar oldukça azalmıştı, yer yer küçük beyazlıklar dışında yerini çamura ve eriyen kar sularına bırakmıştı.

Amacımız güneye doğru dereyi olabildiğince takip etmek ve İznik gölüne varmak. Yine hedef büyük.

Dereyi takip ediyoruz, ancak yol gittikçe daha sarp ve yorucu oluyordu. Tuttuğumuz her ağaç dalı kırılıyor ve elimizde kalıyordu. Dere kenarına inip karşıya geçmeye çalıştığım bir seferde yuvarlanarak yere düşmem partnerimi sadece güldürdü, bu da neydi ki?

Her yerden küçük su birikintileri minicik ve sevimli pınarlar halinde akıyordu. Bunları içmek çok hoş, sular çok temiz ve lezzetliydi.

İleride karşımıza muhteşem bir şelale çıktı. Dere çok yüksek bir yerden aşağıya düşüyordu. Su her ne kadar çok fazla olmasa da, çok yüksekten düşüyor olması müthiş bir güzellik oluşturuyordu. En zorlu çıkışımız da bu şelalenin tepesine varmak oldu. Kenardan yukarıya tırmandık, ama çamurdan cam gibi kayganlaşmış toprak, ayakta duramayacak kadar dik yamaç, tüm ağaç dalları eğreti, tuttuğunuzda mutlaka kırılıyor. Çok dikkatli ve yavaş çıkmamıza rağmen düşüp kaymaya başlamam bana korkulu dakikalar yaşattı. Çünkü tutunduğum her şey kırılıyordu ve aşağıya doğru akan şelale çok dikti. Uzun bir süre kaydıktan sonra durmayı başardığımda aşağıya yuvarlanmama sadece birkaç metre kalmıştı. Serkan bu sefer gülmemiş ve benim korkuma ortak olmuştu.

Tam doğrulmuş yukarıya devam edecekken tutunduğum bir ağaç dalının kırılması ile yüz üstü tekrar düştüm, bu sefer kırık bir ağaç kütüğünün üzerine düşmüştüm ve sipsivri ağaç parçaları az daha mideme saplanacaktı.

Bu çıkış daha öncekilere nazaran daha zor ve riskli olmuştu. Yukarıya vardığımızda ısrarla dereyi takip ederek derenin nereden başladığını gördük. İlk kez bir derenin bu şekilde doğmasını görüyordum. Hiçbir kaynak yok, sadece yağmur ve kar suları eriyerek ufacık su birikintileri oluşturuyor, bu birikintiler bir araya gelip aşağıya doğru akarak bir derecik, sonra birkaç dereciğin birleşmesi ile daha büyük bir dere oluşturuyorlardı.

Yukarıda küçük bir yön karmaşası yaşamamıza rağmen biraz ileride büyük bir yaylaya çıktık. Etraf bulutlar içinde idi ve muhteşem bir manzara vardı. İleride uzaktan dağların arasından Orhangazi-­‐Yalova yolunu gördük. Yalova’ya doğru yürümeye başladık. Ana yola çıkmayacak tepeleri takip ederek Yalova’ya ulaşmayı deneyecektik.

Takip ettiğimiz patika yolda bir koyun sürüsüne rast geldik. Çoban küçük bir tepecikte duruyordu, ama çoban köpeği çok sinirli idi ve havlayarak dişlerini göstere göstere üzerimize koşmaya başladı. Biz hiç kıpırdamadan durduk ve beklemeye başladık. Büyücek bir çomar olan çoban köpeği yaklaştı, yavaşladı, 3-­‐4 metre mesafeden havlamaya ve ağır ağır saldırı pozisyonu almaya başladı. Çoban yukarıdan bizi seyrediyor, hiç oralı bile olmuyordu. Köpeği alması için seslenmemize rağmen, sadece korkmayın bir şey yapmaz demekle yetindi. Ama köpek hiç de öyle görünmüyordu. Her an biraz daha yaklaşıyor, saldırması an meselesi havlamaya devam ediyordu. Ben usulca tabancamı çıkardım, mermiyi namluya sürdüm. Son kez çobana seslendim, eğer hemen gelip almazsa köpeği vuracağımı söyledim. Bunu duyan çoban koşarak gelmeye başladı. Yanımıza gelip köpeği aldı, bir yandan da köpeğini vurmaya hakkımızın olmadığını söylüyordu. Ben çobana kızıp, yoldan yürüdüğümüzü, hayvanlarına yaklaşmadığımızı, köpeğini en başından alması gerektiğini söyledim.

Bu stresli dakikalardan sonra yürümeye devam ettik. Çamur ve balçık her tarafımıza bulaşmıştı, ayakkabılarımız sanki bir ton ağırlaşmış gibi geliyordu. Uzun bir yürüyüşten sonra Kirazlı ile Elmalık köyleri arasında bir yere çıktık. Bu gün yaklaşık 11 saat süresince zorlu bir yürüyüş ve tırmanış yapmıştık. Arabada eve dönerken Serkan adeti olduğu üzere ayakkabılarımızın durumunu fotoğrafla belgelemeyi unutmadı.

Translate »