Skip to content

GPS’le tanışmamız (19 Temmuz 2003)

Artık hayatımızda GPS var. Amerika’dan internet vasıtasıyla aldığım GPS’leri kayınbiraderim Sefa gönderdi. Bu bizim için yeni bir çağ açtı. Artık dağlarda kaybolmak yok. Gittiğimiz mesafe, süratimiz, yüksekliğimiz her şey bilgimiz dâhilinde olacak.

GPS’leri deneme hevesiyle eşim evde olmasına rağmen onun rızasını alarak Serkan’la çok geç bir saatte Keramet’e doğru yola çıktık. Amacımız evden çıktıktan itibaren hiç yolların kolaylığına başvurmadan, kuş uçumu nasıl gidilecekse o şekilde Keramet’e varmak. Bu arada öğleden sonra üçe doğru çıktığımızı, yine varış saatimiz ile ilgili bir plan yapmadığımızı söylememe gerek yok sanırım.

GPS’in büyüsü bizi kolayca dağları aşıvereceğimiz yanılgısına düşürmüştü. Evet, Keramet’i elimizle koymuş gibi bulacaktık, ama önümüzde aşılması gereken bir dağ sırası vardı. Samanlı dağları öyle kolay pabuç bırakacak cinsten değildi. Bir zirve biter diğeri başlardı. Bazı yerler geçilmesi zor kayalar ve bitki örtüsü ile doğal engeller halinde bizi bekliyordu. Biz biraz da bunları bilerek, göze alarak, parçalanmak pahasına bu işe başlıyorduk.

Nitekim evden çıkınca direk yolun karşısında bir yerden tepelere vurduk. Birkaç çiftlik evini, uzaktan havlayan köpekleri, rotamıza uygun patika yolları kolayca geçiverdik. Aşağıdaki resimlerde saat henüz 16:01 idi.

GPS bizi sürekli çalılık dolu zor tepelere doğru sürüyordu. Bir tepeye geldiğimizde, bu şekilde gitmenin mümkün olmadığı sonucuna vardık. Tepeden aşağıda olduğunu tahmin ettiğimiz Valideköprü yoluna doğru inmeye başladık. Bu iniş çalılık nedeniyle her tarafımızın gerçekten de parçalanmasına sebep olmuştu. Çalı geçide izin vermiyordu. Buna rağmen yüzümüz kollarımız kan revan içinde kendimizi 16:38’de yola attık.

Bir müddet yoldan yürüdük. Henüz Valideköprü’ye varmadan tekrar GPS’e göre daha kısa olacağını tahmin ettiğimiz bir tepeliğe doğru rotamızı değiştirdik.

Zaman süratle ilerliyordu. Valideköprü’ye hiç uğramadan güzel ayçiçeği bahçeleri arasından, tepeleri ine çıka epey yürüdük. Genelde vadiler direk gitmemize izin vermiyordu. Bu yüzden vadi etrafından dolaşmak zorunda kalıyorduk.

Artık hava kararmaya başlamış ve suyumuz da tükenmişti. Dağların tepelerinde bir yolda güzel bir çeşme bulduk. Burada su ihtiyacımızı giderip kısa bir mola verdik. Hala, hava iyice kararmadan Keramet’e varma ümidi ile azimle devam ediyorduk.

Keramet’e 5 kilometre kadar kala, altından dere akan dik bir vadiye geldiğimizde, hava iyice kararmıştı. Vadinin sağ ve solu oldukça yüksek ve dikti. Aşağısı da karanlıktan görülemiyordu. Bir süre dik vadinin daracık patikaları üzerinde el yordamıyla yürümeye devam ettik. Ancak gittikçe daha da sarp bir hal alan vadide gece karanlığında ilerlemek tehlikeli olmaya başlamıştı. Dahası artık gidecek dermanımız kalmamıştı.

Büyük bir esefle, Keramet’e varamamış olmayı içimize sindiremeyerek kuzeydoğu istikametine döndük. Bu yeni rotanın bizi Kızderbent köyüne çıkarması gerekiyordu. Yüksekliğimiz 745 metre olmuştu. Bu civarda bu kadar yükseklik az vardı. Valideköprü’den Kızderbent üzerinden Boyalıca ve İznik gölüne çıkan yol, en fazla 350 metre yükseklikten geçiyordu. Gece ve yükseklik nedeniyle ciddi bir soğuk da bastırmıştı. Yeni rotamız gittikçe yükseliyor, uzaktan karanlıkta zor seçtiğimiz zirveye bir türlü varamıyorduk.

Yorgunluğumuz o safhaya varmıştı ki, her bir adımımızı durup soluklanarak atabiliyorduk. Zirveye vardığımızda bayılmak üzere idik. Uzaktan bir köyün ışıkları görünmeye başladı. Bu sefer aşağıya ışıklara doğru yürümeye başladık. Bu ışıklar Kızderbent köyü olmalıydı. Bu sefer iniş dikleşmeye başladı. İleride çok karanlık bir vadiye geldik. Aşağısı muhtemelen kuru bir dere yatağı idi. Ancak karanlıkta aşağı inilebilecek gibi değildi. Adım attığımızda aşağıya kayalar yuvarlanıyordu. Ufacık el feneri ile son derece dikkatli ve yavaş bir şekilde vadinin sağından dolaşmaya başladık. Sol tarafımız karanlık bir boşluk idi ve hiç tekin gözükmüyordu. Burası çukurda kaldığından köy ışıkları da görünmez olmuştu ve koyu bir karanlığın içine gömülmüştük.

Uzun bir süre dik vadinin kenarında karanlıkta yürüdük. İkimiz de göremediğimiz taşlıkta ayaklarımızı incitmiş ve topallayarak yürüyorduk. Bu iniş de çıkış kadar yorucu olmuştu ve bitmek bilmiyordu. Evdekilerin bizi merak edecek olmaları da stresimizi artırıyordu. Cep telefonu ise maalesef çekmiyordu.

Nihayet bir tel örgüye geldik. Bu demekti ki, birisinin bahçe sınırına varmıştık. Birileri bu bahçeye bir şekilde gelebiliyor olmalıydılar. Birazdan yerde traktör izleri görünce rahatladık. Bu çitlerin ötesi bizi bir zeytinliğe çıkardı. Bahçe yolunu bulduk. Yolu takip ederek köye vardık. Vardığımız yer gerçekten de Kızderbent köyü idi.

Telefon köyde çekmeye başlamıştı. Hemen eve telefon edip eşime arabayla gelip bizi almasını söyledim. Kızcağız bizim böyle maceralarımıza alıştığından fazla meraklanmamıştı.

Köyde bir süre yürüdükten sonra eşim arabayla geldi. Arabaya binip oğluma sarıldığımda hissettiğim rahatlamayı anlatamam.

Arabayla gitmeye başladık, ama nereye? Tabii ki eve değil, Keramet’e. Evet bu gün Keramet’te kesinlikle yüzmemiz lazımdı. Karanlıkta Keramet’e vardık. Hemen üzerimizi çıkarıp suya girdik. Burası dağ gibi soğuk değildi. Temmuz ayının rahatlığı ile oğlumu da suya soktum. Havuz oğlumun o kadar hoşuna gitmişti ki, ben üşüyüp çıkmak istediğim halde o bir türlü çıkmak istemiyordu. Sudan elleri pörtmüş vaziyette, benimle çıkmamak için didişiyordu. Onu da zar zor çıkmaya ikna ettikten sonra, havuzun kenarında eşimin hazırlayıp getirdiği börekleri yemeye başladık.

Ilık suyun üzerine yemek ve meyve suları bizi yeniden canlandırmıştı. Dolaylı da olsa neticeye varmıştık, artık eve huzur içinde dönebilirdik. Ama buraya varmamıza engel olan son 5 kilometreyi hiç unutmadık. Bu mesafeyi de geçerek havuza varmak için kışı beklememiz gerekiyordu.

Çıkış - Karamürsel Lojmanları, 632-A

Varış - Kızderbent köyü

Translate »